Gece ıssız ve ayaz. Soğuk iliklerine kadar işliyor insanın. Çok üşüyen ben, balkonda elimde bir bardak çayla öylece dağlara bakıyorum. Tunceli Belediyesinin önünde duran tıra Kobane’de direnenlere ulaştırılmak üzere malzeme bindiriliyor. Doğduğu, doyduğu, köklerinin olduğu toprakları terk etmeyip uğrunda çarpışmak çok asilce. Ölüm ve öldürülmüşlüğü bir tek bu gerekçeyle haklı görebilirim.
Sevdiklerinizi toprağa verirken, acınız belki bir tek bu gerekçeyle çok kanamaz.
Kobane’den göçenler Türkiye sınırında yaygın medyayla evimizin içine kadar giriyor ve hayatta her şeyin anlamsızlaştığı, güne uyanmak istemediğiniz zamanlara teslim ederken bizi, çadırlarda kah ağlayarak, kah geride bıraktıklarına dair iç burkan cümleler kurarak ayrılıyorlar ekranlardan. Sonrası koca bir buhran, içinizde kaldıysa insanlığa dair bir şey.
***
Aylardan ağustos. Arabayı park ederken, ağlayan kara, tıpkı çocukluğumda olduğum kadar çirkin ama çocuk olmanın sevimliliğiyle ağlayan kıza yaklaşıyorum. Toprağa oturmuş, hıçkırıklarını koluna siliyorken, bir tek bu özelliği bana benzememiş diye geçiriyorum içimden. Sorum belli. Cevabı şaşırtıcı olan Nazo. Adı Nazo’ymuş. Aile göçüyor, Nazo burada doğmuş, çocuk yüreği bu gidişi reddediyor.
Nazo. Acaba adının tam hali neydi? Nazlıcan…Nazlı…Nazar…Naz…Çocuklukta uzunca söylenmeyen adlarımıza yapılan türetmelere kızgınlığımız vardı. Muhtemelen Nazo’nunda. Oysa o gün belki hayatında ilk kez bu ayrıntının anlamsızlığını fark etti.
Nazo ve ailesinin gidişi zorunlu bir gidiş. Bir göçe zorlanmaydı.
Onları buna zorunlu kılan ise bir süre önce Alibaba Mahallesinde kendileri gibi ailelerin evlerinin taşlanması, saldırıya uğramasıydı.
Hikayede iki erkek vardı. 37 yaşındaki, sözümona 17 yaşındakine tecavüz etmişti. Nazo Tuncelililerin deyimiyle ASIK, Türk Dil Kurumunun bir süre önce adını değiştirerek onurlandırdığını düşündüğü için KONAR GÖÇER diye değiştirip ÇİNGENE’yi suç saydığı bir ailenin çocuğuydu.
Hayatları göçebe gibi durmadan bir yerden ötekine savrularak süren bu insanların bir kısmı geldikleri bu topraklara yıllar önce yerleşmiş, ev almış, işlere yerleşmiş, Tuncelililerle evlenen dahi olmuş.
Belki kendileri gibi acılı bir geçmişi olan, ahırlara doldurulmuş, yakılmış, sürgüne maruz kalmış bu halkın arasında en iyi kendilerini onların anlayacağını düşünerek konmuş fakat göçmemişlerdi.
Bu tecavüzde Nazo’nun rolü yoktu. Hikaye iki kişi arasında yaşanmıştı iddiaya göre. Oysa taşlananlar ve göçe maruz bırakılanlar ASIK’ların yada Çingenelerin tamamı.
Bu hikaye ne kadar tanıdık oysa onları buna zorlayanlara. Kendi geçmişlerinde de bundan daha acısı yaşanmış.
Tır malzemeyi aldı hareket ediyor. Baktığım güzergahta Tunceli Valilerinin ikamet ettiği konutu da görünüyor.
Muhtemelen dışım buz kesti. Ancak yürek daraldığında, dış dünya anlamsızlaşıyor. Az önce Barış ve Demokrasi Partisi Tunceli İl Başkanı Ergin Doğru’nun “Sevdası Dağlar Olan” adlı öykü kitabını bitirmişim. Dış dünyaya resti çekmemin nedeni de bu. Bu öykü kitabının öyküsündeki deli kahramanlar ve yaşananlar hepimize yaşatılandı çünkü bir zamanlar.
***
“gitmeseydin
Dolaşsaydık yeniden
Bitap düşmüş ayaklarla
Unutulmuş sokaklarını kentin
Katılsaydık yoksul evlerin varsıl duygularına
Düşseydik
Top oynarken küfreden çocukların övgülerine”
***
Bu dizeler de Ergin Doğru’ya ait. “Sözcüklerin Lal Mevsimi” adlı şiir kitabına adını veren aynı isimli şiirin dizelerinden.
***
Sayın Doğru’nun bu aileleri ziyaret edip gitmekten vazgeçirmeye çalıştığı anlatılıyor. Çünkü evleri saldırıya uğramak bir yana, bu aileleri göçe zorlayan şeyin örgüt tarafından “Tunceli’yi terk edeceksiniz” yönünde karar aldığı iddiası.
***
Gelecekte varoş olacağı öngörülen bu mahallede yaşıyorum. Evimin tam karşısındaki iki katlı evde yaşıyormuş Nazo. Göçtüğünde kendisinden haberdar oldum.
Karşılıklı duran bina insanlığa da ibret niteliğinde. Biri 3 yıl önce yapılmış kendi çapında görkemli, diğeri iki katlı toprak ev.
Bu mahallenin en çok çocuklarının çokluğunu seviyorum. O çocuklara zaman zaman içimden arabama çizdikleri figürlerden kızgınlığım olurdu itiraf etmeliyim. Birbirlerine söyleyemediklerini benim arabaya resmederlerdi sanki. O nedenle arabamın üstüne çizilen içinden ok geçen kalpler ve baş harflerle bulduğum ve peçeteyle silip yıkamacının yolunu tuttuğum sayısız günlerim var.
Nazo’nun ailesi göçe zorlananların sonuncusuydu. Birbirine yakın evlerde yaşayanların çoğu gece saatlerinde taşındığından, sabahları boş evlerini gördük. Bir tek bu aile gündüz taşınmıştı, “alın kentinizi başınıza çalın” der gibi.
Tır giderken keşke Erzincan’a da uğrasa diye geçiriyorum içimden. Uğrasın ve bizim göçe zorladıklarımıza indirsin o yükünü. Çünkü biz çaresizce yola koymuştuk gidenleri. Ve son Çingene de göçerken, hiç inandırıcı mıydı ki Kobane’den göç etmeye zorlananlara ağlamak.
İngilizlerin buzlu çayına nazire eden elimde buza kesmiş çaydan aldığım yudum sonrası, kentin hep aynı güzergahında dolanıp 9 mahallesini görmeden görevlerini tamamlayan Tunceli Belediyesi yetkilileriyle Tunceli Valilerinin onuruna kaldırıyorum bardağımı.
Ve Nazo’ya Ergin Doğru’nun yukarıdaki dizeleriyle sesleniyorum: Gitmeseydin…Keşke…
Hüsniye KARAKOYUN/Tunceli EMEK Gazetesi
husniyekarakoyun@tunceliemek.com.tr
Bizi Tunceli EMEK Gazetesinin facebook sayfası (TunceliEmek), Tunceli EMEK Gazetesi Grubu (Tunceli EMEK Gazetesi) ile Twitter’dan da (@TunceliEMEK) takip edebilirsiniz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder