Bu ülkede geçmiş ve şimdiki iktidarın en çok genetiğiyle oynadığı mecradır EĞİTİM.
Bu kadar değiştirme merakı; ortaya asık suratlı, gülmeyi unutmuş, dershaneden, özel derse koşuşturan, ezberlerken hayattan kopmuş bireyleri size armağan ediyor.
Bu nedenle doktor, mühendis, avukat, hakim, savcı, öğretmen, polis…olup, ülkenin 3-5 Bakanının adını bilmeyen, sanat, siyaset konuşmayan, yılda bir kitap dahi okumayan entelektüel (!) bir nesil ithal ediyoruz durmadan.
Okullar yarıyıl tatiline girdi. 23 Ocak-9 Şubat 2015 tarihleri muhtemeldir ki yine bazı çocukların hayattan koptuğu hikayeleri bize servis edecek. “Yemedim yedirdim. Giymedim giydirdim” diye başlar bu ülkede milyonlarca ebeveynin cümleleri.
O cümlelerde çocuğa ahde vefa yükletilir. Çocuğunun başına elini koyup bir kez okşamazken, sunduğu ekmeğin hatrına bekler kendisine saygıyı ve ona layık olmayı. Öğretmenliğe başladığım ilk yıllarda yüklediğim her bilgiyi öğrencimin yararına sanırdım. Doğrusu kendim imkansızın arasından yürüyüp gelmiştim. Zordu yürüdüğüm güzergah. Tuhaflığa bakın ki, payıma hep kendim gibi çocukları eğitmek düştü.
Yıllar sonra önüme koyduğum hedefte, hayata gülümseyen yüzler armağan etmek vardı. Ancak öğretilmeyen, başını omuzlarının arasına gömerek astığımız suratımız kadar hanımefendi ve beyefendilik darasıyla tartılmışken, yüz hatları o kadar katılaşmıştı ki, gülmek artık eğrelti kalır olmuştu.
Sosyal medya, aslında bir gerçeğimizle yüzleşmemize neden olurken, artık mutlu bireylerin varlığını önemser oldum. Sanki koca bir yalnızlık denizinde boğuluyordu çoğumuz da, bu nedenle hiç yoktan iyidir diye başladığı, çekilen selfilerde zoraki olduğu sırıtan birlikteliklere bile, yığınla ayyyy diye başlayan cümleler kurar hale gelmiştik.
Ferhat-Şirin, Kerem-Aslı aşk masallarını anlatarak büyük yalanlarla bizi hayatın orta yerine atıverenler, milyonların aşk arama labirentinde yüz yıllar sonra nasıl kaybolduğunu öngörmüyordu kuşkusuz.
İşte bu gözlemler sonunda, artık çevremdeki çocukları “ders çalışın” diye telkinde bulunan ailelerine, ödev veren öğretmenlerine karşı biraz asiliğe sevk ediyorum, itiraf etmeliyim.
İzmir gibi bir yerde, sabah beşte uyandırılıp okul servisiyle saatlerce yol gittikten sonra okula ulaştırılan, şimdiki hükümetin dahiyane buluşuyla 5 yaşında okula başladığı için henüz altı yaşında ilkokul ikinci sınıfa giden kardeşlerden birinin çocuğuna öğretmenin verdiği 3 sayfalık matematik ödevi sonrasında sosyal medyadaki sayfasına şu notu düşmüştüm; “Bu öğretmeni kutlamak lazım. Bir gün için verdiği ödevle gerçekten tüm bilgiyi öğrenmesini istemiş İlkokul 2. Sınıf öğrencisinden (!) Tüm velileri profesyonel öğretmen, tüm öğrencileri de makinaya bağlı şarjsız çalışan bir alet gören mantık, ebeveyni çocuğuna düşman hale getiriyor. Sonunda belki mühendisimiz, doktorumuz, hakimimiz, valimiz oluyor ama gülümseyen, mutlu bireylerimiz ne yazık ki olmuyor.
O nedenle siz hiç mahkemede gülen hakim gördünüz mü? Yada eğitimli ama mutlu bir aşçı, manav, annelikle övünen dışarda bir mesleği olmadığı halde mutlu bir kadın, eğitimli ama mutlu bir çiftçi...? Göremezsiniz, çünkü eğitimi sürekli yaz-ezberle diye veren öğretmenler, çocuğuna ne kadar çok ödev verirse çocuk o kadar gürültüsüz ve yorgun yatağa gidecek diye bekleyen aileler var... Bunlar oldukça da akşam beşte eve ulaşabilen, sabah halk deyimiyle kargalar kahvaltı etmeden okula gönderilen, okulu sevmeyen mutsuz çocuklarla başlıyor, ilk gençlik ve sonra somurtkan, kendisine gülümseyeni gördüğünde acaba bana işve mi yaptı sanan mutsuz bir topluluk yaratıyoruz. Sevgili Eylem Karakoyun Salman, bu ödevi yapmasın oğlunuz Ateş. Öğretmen hesap sorduğunda da Tunceli'deki teyzem yapma dedi desin.”
***
Keşke çok ödev veren öğretmenlerin karşısına dikilip “Hocam ben akşam evde çocuğumla çerez yiyip, biraz boğuşmak, koltuğumun altına alıp televizyon izlemek istiyorum” diyen anne ve babalar olsa… O zaman sokakta belki bu kadar çok üniversite bitirmiş, depresyon haplarıyla ayakta duran çürük bedenin içine hapsolmuş gençler değil de, gülümseyen bireylerle selamlaşırdık.
İşte o zaman, başkalarını kirlettikçe kendi mutsuzluğuna ortak arayanlar değil de, güzellikleri yayanlarla daha mutlu olurduk kimbilir...?
Çocuk sahibi olmak evrenin insana bahşettiği en güzel hediye olmalı. Uzun metrajlı bekar biri olarak bu duyguyu tatmamış olsam da, çoğunluğun Çingene Mahallesi dediği bir yerde bu nedenle yaşıyorum. Her sabah gözüm bir çocuk yüzüne değerken, çocuk yüzünde hayata dokunayım diye. Çok çocuklu tek mahalleydi, TDK’nin hatrına konar göçer diye adlandırılanlar sürgün edilmeseydi şayet. Bu nedenle; onlar giderken bendeki tüm iyileri de bohçalayıp götürdü adeta.
Şimdi sizden ricam; 15 günlük tatilde karışmayın bir kez olsun şu çocuklara. Bırakın hayatı seven bir çocuğunuz olsun. Çocuğunuz karnesini göstermek istemezse, CANIN SAĞOLSUN diyerek gülümseyin yüzüne ve sadece onun kıymetli olduğunu söyleyin.
Okuyarak büyük adamlık peki ne olacak diye mi soruyorsunuz…?
Aman! Halk deyimi ve biraz da amiyane tabirle “Koyverin gitsin…”
Hüsniye KARAKOYUN/Tunceli EMEK Gazetesi
husniyekarakoyun@tunceliemek.com.tr
Gücünü Cesaretinden Alan Gazete
Bizi Tunceli EMEK Gazetesinin facebook sayfaları olan (TunceliEmek veya Tunceli EMEK Gazetesi), Tunceli EMEK Gazetesi Grubu (Tunceli EMEK Gazetesi) ile Twitter’dan da (@TunceliEMEK) takip edebilirsiniz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder