21 Kasım 2015 Cumartesi

Hakkınızı helal ediyor musunuz?

“Bizim için kıymetlisiniz
Giderken çok şey götürüyorsunuz”
***

Acemi ve ürkek bir yazarın belli belirsiz cümleleri sanki. Nefret hoyratı, sevgi ketumu bir ülkede, yürek dolusu çaresizliği, hüznü, burukluğu ve geçmişte duyumsanan coşkuyu perdeleyen. O nedenle kaçak  göçek dökülüveriyor, muhtemel yanlış anlaşılmaların korkusuyla. 



Gole Çetuya tepeden bakıyorum. Bu kadar duygu devinimlerini en iyi burası sakinleştiriyor, geçmişteki tecrübelerden vardığım kanıya göre. İki suyun birleşmesinde bir tuhaflık var, ne garip. Ovacık’ı aşıp gelen berrak, Pülümür güzergahından gelense çamurlu. Sonra ikisi karışıp bir girdapta teke dönüşüyor; biri arınmışlığından vazgeçerken, öteki kirlenmişliğini bulaştırıp birlikte yol alıyorlar. 

Yanımdaysa musalla taşı. Kimbilir kaç cansız bedeni uğurladı hiçbir şey hissetmeden. Mermerin soğukluğunu sevmeyişim bundan. Ölürsem bir gün, sadece topraktan ve iki ucuna konulmuş ahşaptan bir mezar talebimi dillendirdiğimde dost bir yüreğe, itirazını henüz genç olmam ile açıklarken, “Allah korusun”la taçlandırmıştı sonrasında sıraladığı cümlelerini.

Ölüme her itirazda birileri yanındakine, “Dünya üzerinde bu kadar kötü varken, neden sen ölesin”dir onurlandırıcı haliyle, bir eksik bir fazla kelimeyle söylenen.
Bir yanda xızırın birleştiği yerde bazen sıkıntılarımızı, bazen beklentilerimizle umutlarımızı, duygularımıza karşılık bulma yada hastalıktan-şirret birinden kurtulma temennisiyle sığındığımız bu diyarda, aşağıdakini bırakıp, ben musalla taşına odaklanmışken, hoca o meşun soruyu soruyor “Hakkınızı helal ediyor musunuz?” Cemaat bir riyakarlık örneğinin en güzel ürünü sayılacak tavrıyla; “Helal olsun” diye haykırıyor. 

Aralanan kalabalıkta, helallik istenen kah Erkal, kah Yaman kah Mustafa Taşkesen oluyor. Bu üçlü seriye hakkımızı niye helal ettik, anlamlandıramıyorum. Tüm hak yemişlere, hak helali, olsa olsa garipsenme korkusundandır diyorum.

Ayağa kalkıyorum. Bulduğum en ağır taşı alıp savuruyorum. Değdiği yerlerde o da bir şeyleri acıtsın istiyorum. Nedenini hak helal edenler kadar riyakarca sakladığım bir acım var çünkü. Taşın vurduğu yerlerdeki yaralanmışlık, ortaklaştıracak bizi ve o zaman belki hafifleyecek bu garip hüzün.
Devlet ciddiyeti ve ağırlığı. Şevkat beklentisi olmayan ağırlık ve ciddiyet, çığırından çıkmış sevimsiz silüetlere dönüşüyor. 

Her yanı eğri adamlar, giderken bebeklerini sevimsizliklerine siper etmek amacıyla Düzgün adıyla götürdüğünü söylerken, sadece aklı kendine yetmeyenleri inandırdı belki. Devletin gaddarlığıyla şekillenmiş taşkesmiş birinin sık sık beni “kalemi güçlü, söyleyin gazetenin başına geçsin” davetinde, bir haklılık payı vardı. 

Kimbilir belki hayatında söylediği tek doğruydu bu. 10 çocuklu ebeveynlerin ürünü ben, yazıya çokça sığındım. Çünkü yazmayı konuşmaktan daha çok sevdim. Şimdi bugüne kadar kurulmamış en kuytu, en mahrem, en gizli, en güzel, en bedbaht, en ıssız cümleleri kurayım istiyorum, olmuyor.
İki suyun buluştuğu noktada oluşan burgaçta, bakıyorum ki, kirliler yanlarına hep saygıyla yad edilecekleri de almış gidiyor.

Suda, devlet kadar zalimmiş, anladım. Son günlerde durmadan bir yerlere savrulan kamu görevlilerinden ötürü acımtırak bir tat kalıyor dimağımızda. Bu yılın şubatında sürgündeki diyardan, kaderi, kederi, doğası, acısı tıpkı Tunceli gibi olan Simav’dan tayinci dönerken bu kente, tanıdığım yüreği güzel insanları geride bırakmanın burukluğuyla uğurlanmıştım. 

Şimdi bohçasını toplayıp yol alan her insan, beni uzaklara gönderirken aslında kendisi küçülen devlet kadar derin etki bırakıyor bende. Okulu yarıda kalan çocuklar, başladığını bitirmesine izin verilmeyenler…

Yüzlercesinin kapısında çare aradığı insanlar, gaddar devletin hışmına uğrarken, içinden on kişi dahi gidişata tepki vermiyor her gün sokaklarında gösteri eksik olmayan bir ülkede. 

Sıralı bir gidiş var, Ali Cafer Akyüz’e Hakan Yusuf Güner eşlik ediyor. Öte yanda Mustafa Erkal, Yaman, Taşkesen…

Hepsi burgaç noktasında birleşti. Ayrıldıkları çokça yönlerine rağmen, tek ortak noktaları devlet olduğundan, gole çetuda karışan kirli ve berrak su gibi birlikte uzaklaştılar. 

Bu kadar duygu devinimlerimi aktaramıyorum heyhat…Oysa yıllara vurduğumda, çokça şey yazıldı tarafımdan. 

Madem kötü bir yazı oldu, o halde en az onun kadar kötü olan birine, Tokat’a geçmiş olsun, Mardin’e Allah kurtarsın dileklerimle, Mustafa Taşkesen’e mi ithaf etsem acaba…?

                 e-mail: husniyekarakoyun@tunceliemek.com.tr

Bizi Tunceli EMEK Gazetesinin facebook sayfası (TunceliEmek), Tunceli EMEK Gazetesi Grubu (Tunceli EMEK Gazetesi) ile Twitter’dan da (@TunceliEMEK) takip edebilirsiniz...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder