Gazetecilik üzerine verilen eğitimlerde, intihar haberleri 3. Sayfa haberidir denir. Gerekçesi ise “başkalarını da teşvik etmesin” şeklindedir.
Karşımda yeni yetme bir erkek çocuğunun buzlanmış gözlerinin etrafından sızan gülümsemesiyle fotoğrafına bakıyorum. Yaşarken bihaber olduğum.
Ölmüş Ulaş.
Öldürmüşüz topluca. Adına da intihar etti demişiz. Şimdi ailesi ve akrabaları bunu utanç saymıştır. Bir intihar, geriye bir de böyle boynu büküklük bırakır.
Gözleri neden buzlandı ki? Belki kendisini bu hayata küstürenlere iki çift lafı olurdu o gözlerden sızan bakışlarıyla.
Ulaş’ın acı bir öyküsü var. Çatışmalı süreç hepimizi bir yerden ötekine savururken, Tunceli’nin Topuzlu Köyünden Ovacık ilçesine göç etmek zorunda kalmış yakınlarıyla birlikte. Zihinsel engelli bir kadına tecavüzün sonrasında dünyaya gelmişliğinin acı bir bedelini ödemiş biri O.
Oysa bilmez ki, toplum olarak hepimizin ırzına bir parça geçilmiş aslında. Belki herkes bir piç doğurmamıştır ama herkeste bir parça piçlik ve hiçlik duygusuyla ortalıkla mutsuz silüetlerle dolanıyoruzdur.
Bu nasıl bir namus abideliğidir böyle. Herkes nasıl bir olmayan şeyin bekçiliğine soyunmuşta, tüm toplumu kasvetin avuçlarına bırakmış öylece.
Kalın perdelerin ardına sakladığımız gerçeğimiz mutsuzluğumuz mu, yoksa her pencerede bir mahrem ararken, başkalarının da bizim içimize sızmasına karşı mıdır perdelerimiz?
Ekrana bakarken, kendimi soysuz bir katil gibi hissediyorum. Tanımadım ne fark eder. Başka tanımışların üzerinden atlayarak kaç Ulaş katlettik kimbilir…?
Keşke diyorum, bir parça herkes olsam. Yada herkes gibi…içimdeki duygu devinimleri, her şeye yetme, her günahın müsebbipliğini üstlenmek çokça ağır geliyor çünkü.
Yıllar önce okuttuğum çocukların fişlerle cebelleşirken ki hallerinde ellerime damlayan burun akıntılarının hissiyle irkilirken, gözyaşlarımın klavyedeki çokluğunu neden fark edememişim diye düşünüyorum.
Ben bana dar geldiğimde, hayatın kıyısına bağdaş kuruyorum çoğunlukla. Ve hep oradan insan katarları geçiyor. Yorgunlar, kırgınlar, yüreği kendisine dar geldiği halde mutluymuş gibi sahte gülümseyenler…
Kendimi bir kategoriye koyup aralarına karışıp gidemiyorum. Oysa ne çok bırakıp her şeyi uzaklara gitme isteğim oldu son zamanlarda.
Düzeltme havariliğine soyunurken, bir köyün, bir kentin, bir ülkenin girdabında kayboluyorum sanki.
Ulaş’ın gülümseyen gözlerine bakıp acı öyküsünü okurken, binaya, mahalleye, aileye, kente yaranma çabasının nasıl hasarlara yol açtığını düşünüyorum. Sanki herkes bir imdat valfini çekmek ister de kendi güçsüzlüğünde başkalarının iyi öykülerini çirkinleştirerek aynı noktada birleşmektir sonraki gayesi.
Okuduklarım, gördüklerim, tanıklıklarım ve dinlediklerim bana dar gelip yemediklerim genzime dizildiğinde yolunu tuttuğum doktorlar, bu ruh yanığını sadece genize indirgeyip, modern günümüzün (!) hastalığıyla uğurluyor beni: Reflü…
Oysa bilmezler ki; varlığını başkalarını kirletmenin üzerine inşa eden, kendi çamurlarını başkalarına bulaştırarak yol alırken ancak böyle var olabilen, binayı, mahalleyi, ilçeyi, kenti teslim alırken çirkinlikleriyle nice Ulaş’ları öldüren bir güruhun üzerine belki kusmak ihtiyacıdır genzimde tezahür eden…
Okumak isterseniz Ulaş’ın öyküsünü, işte size linki: http://www.taraf.com.tr/guncel/yasama-sansi-vermediler/
***
Dilerseniz, okuduktan sonra gerçekliğini görmediğiniz birine bulaştırdığınız “Öyle diyorlar” la başlayan, aslında kendi üretiminiz olan bir kiriniz varsa, Ulaş’ın buzlanmışta olsa gözlerinin içine dikkatli bakarak özrünüzü dileyin ve arının.
Belki böylece başka Ulaşların katili olmazsınız.
Hüsniye KARAKOYUN/Tunceli EMEK Gazetesi
husniyekarakoyun@tunceliemek.com.tr
Gücünü Cesaretinden Alan Gazete
Bizi Tunceli EMEK Gazetesinin facebook sayfaları olan (TunceliEmek veya Tunceli EMEK Gazetesi), Tunceli EMEK Gazetesi Grubu (Tunceli EMEK Gazetesi) ile Twitter’dan da (@TunceliEMEK) takip edebilirsiniz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder