Her öldürülmüşlükle bir yanım toprağa düşüyor sanki. Sol yanım acıyor, başına gaz kapsülü saplanıp hayata yenik düşen çocuk hikayelerinde. Aynı acı, öc alma duygusuyla bir savcının hayattan koparıldığı sahnede daha derinleşiyor.
Böyle durumlarda bağdaş kuruyorum hayatın orta yerine, sağımdan solumdan akan insan katarlarını seyrediyorum. Kırgınlar, kızgınlar, mutsuzlar, yüreği kendisine dar geldiği halde tüm dünyaya karşı kendisini gülümsemek zorunda hissedenler…
Aralarına karışıp gidemiyorum heyhat! Kendimi dahil ettiğim bir kategoride yok ne yazık ki?
Birileri olmalı, insana hayatı ve insanı sevdiren. Çektiği her tetikle eksildiğini, her öldürülmüşlüğün kazanç olmadığını gösteren birileri…
Savcının yüzünde donan sahne tanıdık. Sonra acının onun yüzünden; eşinin, çocuğunun yüreğine aktığı derin bir sancı.
Tanıdık bu sahne…Berkin Elvan, Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz ve sağdan, soldan, ülkücü, Alevi, Kürt, Türk, polis, asker, PKK’li, devrimci… daha bir çoklarının acısıyla yan yana düşüyor tamda.
Öldürdü birileri onları.
Kimbilir, belki savcıyı aslında içerde rehin alanlar değil de, kapıda silah sesi geldi deyip içerde öleceklerin kaç kişi olduklarını umursamadan kapılara kurşun yağdırıp öldürme dürtüsüyle yanıp tutuşanlardı onları hayattan koparan.
Tarih tekerrür ediyor bu ülkede. Hiç bitmeden, bıkmadan, durmadan…
Dersler çıkarılmıyor acılardan, devlet her kimse vazgeçmiyor acıtmaktan, özür dilemiyor acıttıklarından, yüzleşmiyor, pişmanlığını dillendirmiyor. Kininden hiç vazgeçmiyor, mutsuzluk üzerine inşa etmiş tüm temellerini. Bu konuda öyle derin ki kökleri, çekip almak imkansız gibi.
“İzmir’de Ege Üniversitesi kampusunda iki öğrenci grubu arasında çıkan kavgada Ülkü Ocakları Okul Temsilcisi Fırat Yılmaz Çakıroğlu bıçaklanarak öldürüldü” diye bu yılın ilk aylarında bir haber düştü evimizin ortasında.
Medya böyle vermişti haberi: “İki öğrenci grubu arasında…”
Zaten bu tarz haberlerin girişi cümlesini yıllardır duyuyoruz: “Solcularla ülkücü gruplar arasında…”
Bize bölünmeyi, gruplaşmayı, öteki, bizden, sizden, Alevi, Sunni, Kürt, Türk, solcu, sağcı, devrimci, ülkücü olmayı öğrettiler itinayla.
Hatta acı çeken yeni yetme bir çocuğun annesini, acısını hiçe sayarak yuhalattı bu ülkenin en tepe noktasına taşınanlar.
Acının ilerisi kindir, nefrettir…tepinirseniz üstünde, sırça saraylar sadece sizi kalın duvarlarıyla içine hapseder, yüreğinizin üşümesine çare değildir…
İşte bu nedenle ben, tam da Fırat Yılmaz Çakıroğlu’nun öldürüldüğü zamanda sosyal medyadaki şu paylaşımı keşke tüm acılarda ortak reflekse dönüşse de bir kez daha ölmesek diye sevmiştim. Diyordu ki birileri; “Fırat’ın ölümüne karşı çıktığınız için ülkücü olmazsınız, sadece insan olursunuz.”
Gerçekte acının tüm yüzlerde ve yüreklerde yarattığı derinlik aynıdır. Anneler değişir belki, ancak ağlayanların gözyaşları aynıdır. Yürekleri dağlanan annelerin ağıtlarındaki cümleler, isimler farklıdır ancak tınısı ve sızısı aynıdır.
Bu nedenle, ben hiç öldürenleri alkışlamadım, ölenlerin tarafı olup başkalarına kin kusmadım.
İşte tam da böyle anlarda içime yöneliyorum, bağdaş kuruyorum hayatın kıyısına, etrafımdan akan hayatı gözlemliyorum.
Bir de hep aynı soru, yanıtsız ama beynimi kemirirken buluyorum kendimi; “Kim daha karlı çıktı ki şimdi?”
Hüsniye KARAKOYUN
husniyekarakoyun@tunceliemek.com.tr
Bizi Tunceli EMEK Gazetesinin facebook sayfaları olan (TunceliEmek veya Tunceli EMEK Gazetesi), Tunceli EMEK Gazetesi Grubu (Tunceli EMEK Gazetesi) ile Twitter’dan da (@TunceliEMEK) takip edebilirsiniz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder