25 Kasım 2015 Çarşamba

Fazla bağırmayın gürültü kirliliği oluyor!

foto

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü nedeniyle İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde 2015 yılının ilk 10 ayında 70 kadının öldüğünü açıklamış.

22 Kasım 2015 Pazar

Size de iyi gelecek…

Devlet ağırlığı ve ciddiyeti…Ne sık duyduk bu tanımlamayı. Bu kadar ciddiyet ve ağırlık telkini nedeniyle olsa gerek, adliye binalarına gidin, hayata belki daha yeni başlamış, yeni yetme bir cumhuriyet savcısının ve hakiminin, otuzuna gelmemiş bir kaymakamın, kırkındaki bir valinin yüzünde tebessüme hasret kalırsınız. Sanırsınız ki, gülümserse bu karşısındakine cinayet işleme cüreti kazandıracak.

O kadar uzun zaman olmuş ki ağız dolusu gülmediğimiz, sanki bu mutsuzluk her anımızı teslim almış. Susuyoruz, konuşmuyoruz, ağıtlar arasında, neşeli müzik dinlemeyi en büyük ayıp sayıyoruz. İşte bugün ağız dolusu gülmelerden oluşan fotoğraf kareleri eşliğinde, EMEK’imizin sayfalarında iki söyleşi okuyacaksınız.

Size de ürperti verdi mi?

12188168_759247567535994_1967583249356991962_o

“Şehirler büyüyünce hikayeler yetim, öksüz, sahipsiz kalıyor nedense” diye yazmış Şeyhmuz Diken, Gazetesi Arif Arslan’ın “Yüzyüze Batman Tarihi” adlı kitabının önsözünde. Sözlü tarih formatında yazılmış kitabı, 35 yıllık Gazeteci Arif Arslan tarafıma imzalı göndermiş.

Bu kitabı iki nedenle ulaştırmış Sayın Arslan. Öğretmenliğe 2000’li yıllarda ilk o kentte başlamıştım.

İkinci gerekçe, kitabı okuyarak düşüncelerimi bir makaleyle kaleme almam yönündeki güçlü beklenti.

Çok alınganız, çok…!

Hüsniye KarAKOYUN

Alınganlık dehlizinde debelenen bir kentte, iş yaptırabilme ve sorunları düzeltme ümidi, çatışmalı sürecin bitmesini beklemek kadar afaki. Bu kadar küçük bir kentte, sorunlar sarmalına dur demek ve giderilmesini sağlamak için tekrarlı haberlere ihtiyaç duyuluyor tarafımızdan doğal olarak.

Kent pejmurdeliğinin vardığı noktada, söylediğinizde yahut yazıldığında gösterilen küsme refleksi, insanın içini bulandırır türden. Siyasetçisi, belediye başkanı, valisi, ahalisi herkes küserken, sorunlar öylece gözünüzün retinasına tüm çıplaklığıyla gelip yerleşiyor.

Ödül Sizde Kalsın, Onlara İnsanı SEVMEYİ Öğretin..!

Hüsniye KARAKOYUN Yazdı

Çocuktuk. Etrafta askeri komutanların “Aranızda 300 ajanımız var. Üstelik bunlar halktan kişiler” sözleri kulaktan kulağa yayılırdı.

Mesela; Tunceli-Hozat’ta 90’lı yıllarda bu cümleyi kuran askeri birliğin komutanı, gerçekte aslında ne yapmak istediğini bilen biriydi mutlaka.

Bu üçyüz kişinin kim olduğunu isim isim açıklamayan komutan, yüreklere büyük şüpheyi bırakıp iç huzuruyla karargahına çekilirken, gerisini kendi halkına düşmanlığı en büyük meziyeti olan halkımıza havale ettikleriyle, çok garibanın ajan yaftasıyla öldürülmesine zemin yarattı.

“Ne kadar güzel susuyorsunuz!”

hüsniye karakoyun ne kadar güzel susuyorsunuz
Konuşuyorsa Alevidir…!

İstanbul’da “Doğu’da Kadın ve Gazeteci Olmak” konulu konferansta kürsüden inerken ayakta alkışlanmama bakılırsa, salonda büyük çoğunluğu erkeklerden oluşan topluluk, cümlelerimi beğenmişti. Bunda muhtemeldir ki, erkeği suçlamayan, yaşadığım zorlukları kadınlığıma bağlamayan cümlelerim etkili olmuştu.

Klasik bir tablonun tekrarı gibi elime tutuşturulan herkesin kartvizitiyle tanışıklığa başladığı o günde, sıklıkla “Hocam siyaseti düşünmüyor musun?” cümlesi dillendirildi.

Konuşuyorsa Alevidir…!

Bir eli tabutun üstünde, yüzünde mutluluk ifadesiyle poz vereli birkaç gün olmuştu. “Ne mutlu size oğlunuz öldü” demişti devlet büyüğü. Oysa üstünden daha hafta geçmeden Yarbay Mehmet Alkan 32 yaşındaki kardeşinin cenazesinde haykırıyordu “Bunun katili kim?”

Bir eli tabutun üstünde, yüzünde mutluluk ifadesiyle poz vereli birkaç gün olmuştu. “Ne mutlu size oğlunuz öldü” demişti.

Mutluluğu böyle resmederken yüce devlet, nasıl olur da daha üstünden ay bile geçmeden bir kardeşin tabutu başında “Buradaki vatan evladı daha 32 yaşında. Vatanına, sevdiklerine doyamadı. Bunun katili kim? Bunun sebebi kim? Düne kadar çözüm diyenler ne oldu da sonradan sonuna kadar savaş diyor. Saraylarda 30 tane korumayla gezip, zırhlı arabalara binip  şehit olmak istiyorum diye bir şey yok. Git o zaman oraya git.” diyebilirdi.

Bol keseden “Vatan Sağolsun”

Niye feda edersiniz sevdiklerinizi? Var mıdır bir nedeni? Toprağa düşen her çocuk, eş, kardeş bitmek bilmeyen bir yürek yarası hediye ederken size, geriye hayatı anlamlı kılan ne kalır ki?

Bol duyduk bu kahrolası, düşman ülke olmayan adı dahi savaş denilmeyen ama bir savaş tanımının tüm unsurlarını taşıyan öldürmelerden sonra o cümleyi.

Yıllardır sanki şartlanmış bir öğreti etrafında, aynı nakaratı tekrarlıyor bazıları: “Vatan Sağolsun”

Bu ülkenin tarih kitapları dahi ölmeyi emrediyor.

Neyin, Niye Bedeli…?

Deli Tozu…Tunceli Mazgirtli Gönül Erenler’in kitabının adı bu. Kitabı okuduğunuzda durmadan öyküden öyküye savruluyorsunuz, bazen yazarı kıskanıyor, bazen tasvirler sizi alıp doğanın bağrına taşıyor. Bir bakır demliği konuşturuyor Gönül Erenler, bir tepedeki boş bir evden yıllar öncesinin saklanmış bir sırrını alıp getiriyor. Kurgular, öyküler, kahramanlar, olaylar…Tüm bunların geçişi sırasında, çatı katının betimlemesinde alt kat ile çatı katına dair kullandığı dil, akıl ile birleşiyor, bilgiyi de sunuyor.

Kitap bittiğinde, bu betimlemeler ve etkilenmelerin nedeninin, kitabın yazarı olan bu genç kadın ile aramızdaki bağın yani aynı topraklarda aynı acıların hasılatını toplamış olmaktan ötürü olduğu sonucuna varıyorum…

Dağlar bizi özlemiş, biz onları…

Pazar günü Boqır Dağı eteklerindeyiz. Doğa bu kadar mı hoyrat bir güzellikle sarıp sarmalar insanı. Tırmanıyoruz…Dağ, 2950 metrelik zirvesiyle yormuyor insanı. Yada ben doğanın sıcaklığına sıklıkla sığındığımdandır, yorulmuyorum.
Acılar ve anılar dinlemişim öncesinde. Bu nedenle beynim zaman akrostişinde savruluyor durmadan. 2005 yılında içeri alınıyor Hüseyin Zeytin. Cumhuriyet Halk Partisi Tunceli İl Başkanı sanmayın. Aynı ad ve soyadı taşıyan Hüseyin Zeytin de Geyiksuyu Köyünde yaşayan biri.

3 demeden çık olur mu?

Zülfü Livaneli'nin Serenad Romanındaki kadın kahramanın her olay sonrasına yerleştirilmiş sıcak suyla duş muhabbetine anlam verememiştim. Demek insan hayatın kasvetine daha fazla direnemeyince suya dokunarak ruhunu ve bedenini arındırırmış. Şu sıralar, kahraman kitabı yardı da evime yerleşti adeta. Tek farkı, suyun sıcaklık derecesi.
Bir oy verip dört yıl kime tahammül edeceğimize karar vereceğiz. Makam verip sonra boğma histerisine kapıldığımız çok kahraman yarattık milletçe. Bu nedenle önce Başbakan yapıp sonra astığımız, vicdanımızın dinmeyen sesini en büyük havaalanına adını vererek susturmaya çalıştığımız zamanlarımız vardır mesela. Asıp asıp belgeselleştirip ağlamalar da bizim ata yadigarı davranışlarımızdır.

Bağır HERKES DUYSUN!

Haklı Kadın Platformu’nun İstanbul’da kadın adaylara destek amaçlı düzenlediği toplantıya kadın gazete sahibi olarak davetliyim. Salonu dolduran sayıları binleri bulan kadının arasına serpiştirilmiş birkaç erkekle harmanlanmış TEK SES buluşmasında, erkek moderatörün salondaki bir-iki kadının sitemine, yüzlerce kadının aynı anda “SİZİ SEVİYORUZ” bağrışmalarını görmezden gelen halini, tüm iyi şeyleri reddeden bünyemizin,  nadir olumsuzluklara şartlanmasına örnek olarak hafızaya düşerken, orada tanık olduklarımı hayatla harmanladım…

Anneler Gününden ANAyasal Zemine Kaydık

Tarih ne zaman sıkışsa, yahut Türkiye’nin erk’leri erkekleşse, hemen kadın figürüne sarılır. Kendisini kurtaracak mecrada, öyle çok yer vermeden ama, vazifeyi de kurtarmak maksatlı, kadın söylemi üzerinden bir parmak balla kadını oyalarken, kovanları yan masadaki erkeğe servis eder.

ANAyasa Mahkemesi, kısa süre önce yeni başkanını seçti. Kurulduğu 1961 yılından bu yana koltuğu bir kez kadına lütfetmiş babaların kontrolündeki bu ülkenin Anaç yasasının kürsüsünde, 17 babacanın arasında bir tek kadına yer verilmemiş.

Mekandan Çevirenler…

Alıştık öyle büyük (!) adamlara. Adamlık zor iş. Sandı çoğu kendini büyük ve adam. Kızıyorum şu Aleviliğe. Taş atana gül gönder telkini midir bizi hep böyle ezik, ezilmiş, iyi niyeti sürekli taşlanabilir kılan.

Pülümür’e gidiyoruz. Aslında yıllar önce bir defa daha gidilmişti. Sitemleri var, her biri baş tacı. “Zaten devlet unuttu bizi. Tunceli’nin ilçesiyiz de ne olmuş? Erzincan’a ilçeden günlük dört araç kalkıyor, Tunceli’ye tek.”

Her kızgınlığın muhatabı niye biz olalım ki?...

Demiyoruz.

Kim daha karlı çıktı ki şimdi?

Her öldürülmüşlükle bir yanım toprağa düşüyor sanki. Sol yanım acıyor, başına gaz kapsülü saplanıp hayata yenik düşen çocuk hikayelerinde. Aynı acı, öc alma duygusuyla bir savcının hayattan koparıldığı sahnede daha derinleşiyor.
Böyle durumlarda bağdaş kuruyorum hayatın orta yerine, sağımdan solumdan akan insan katarlarını seyrediyorum. Kırgınlar, kızgınlar, mutsuzlar, yüreği kendisine dar geldiği halde tüm dünyaya karşı kendisini gülümsemek zorunda hissedenler…

İki yalnızlık arası

Binanın kapısı arkamdan ses çıkarırken irkiliyorum, bu davranış tarzı benim değil. Artık Tunceli’de dahi insanların korunma içgüdüsü, bu demir kapılara yüklenmiş. Hızlı adımlarla ilerlerken, balkondan gelen “Hocam jeepi bize mi bırakıyorsun?” cümlesine nezaketen sadece bakarak da olsa karşılık vermek üzere başımı kaldırıyorum. Biri diğerinin omzuna elini koymuş gülümsüyor, az önce evine konuk olduğum evli çift.

Arabayla yol almak gelmiyor içimden. Buza kesmiş havadan alacağım serinlik biraz iyi gelecek muhtemelen.

Bir parça nefes verebilir misiniz?

Kadınlar günü kutlamalarında “Aman ha kadınlığımızın farkına varılmasın” diye itiraz edesi geliyor insanın.
Kadınlık zor iş. Üstelik sadece bu ülkede değil. Erkeği halk deyimiyle parmağında oynatan kadın, onun parmağının çektiği tetikle düşüyor toprağa bazen. Hasarlı bir sevgi, sonunu ölüme götürüyor.

Atılan sloganlar karşısında insan yanıbaşlarına bağdaş kurup öylece bakmak istiyor. Bir şeyler ters çünkü.

Ayıbınız Batsın...

   Karın hayatımızı teslim aldığı çocukluk zamanlarımız oldu. Ondan kurtulmanın mümkün olmadığı, bu nedenle onunla yaşamaya alıştığımız, yolların kapandığı, iki metreyi aşan karda köydeki evlerimize hapsolduğumuz. Bunca beyaz örtünün arasında erkeklerin kendilerince yaptıkları kızak ve kayaklarla karı keyfe dönüştürdüğü, bazen bir leğen yahut poşetle dahi kayarken ortaya çıkan görüntüleri komikmiş algılayıp gülerken, küçük kız çocuğu olarak dahi buna hakkın tanınmadığı zamanlarda, olurda kaymaya yeltenen çıkarsa “Sen kızsın, ayıp” cümleleriyle şekillendik. Erkeği leğende kayarken komik bulan kadın, kızını kayakların üzerinde görmeyi ayıp sayıyor?

14 Şubat Olmadı 18 Şubata Bekleriz…?

   Çok karşı çıkılır özel günlere. Biraz baştan savmacılıksa niyet, "Her gün insan değer vermeli sevdiklerine…" diye açıklar kişi devamındaki haklılığa dair cümlelerini. Oysa gerçekte öyle değildir. Hayata tutunma, geçim-seçim kavgasında bir şeyler atlanır. Belki biraz zoraki, belki istekli bu günler hatrına alınır hediyeler ve gerçekleştirilir kimi ziyaretler.
Yarın Sevgililer Günü. 14 Şubatın soğuğunu ısıtmak niyetine, bu günde iç geçirmelere, mutsuzluklar karışıyor. Çoğunluk, avuntulu cümlelere hüznünü yükler aslında.  Öyle bellidir ki yaşadığı yalnızlık, özlediği, düşlediği öyküler anlatır çoğunlukla… “Beni aslında çok isteyen oldu! Elimi sallasam ellisi! Kaçan kovalanır…”

Çocuk yüzünde hayata dokunmak…?

    Bu ülkede geçmiş ve şimdiki iktidarın en çok genetiğiyle oynadığı mecradır EĞİTİM.
Bu kadar değiştirme merakı; ortaya asık suratlı, gülmeyi unutmuş, dershaneden, özel derse koşuşturan, ezberlerken hayattan kopmuş bireyleri size armağan ediyor.

Bu nedenle doktor, mühendis, avukat, hakim, savcı, öğretmen, polis…olup, ülkenin 3-5 Bakanının adını bilmeyen, sanat, siyaset konuşmayan, yılda bir kitap dahi okumayan entelektüel (!) bir nesil ithal ediyoruz durmadan.

Kaç Ulaş Katlettiniz?

Gazetecilik üzerine verilen eğitimlerde, intihar haberleri 3. Sayfa haberidir denir. Gerekçesi ise “başkalarını da teşvik etmesin” şeklindedir.

Karşımda yeni yetme bir erkek çocuğunun buzlanmış gözlerinin etrafından sızan gülümsemesiyle fotoğrafına bakıyorum. Yaşarken bihaber olduğum.

Ölmüş Ulaş.

Bir Parça Seçim Gerisi Şiddet Halleri…

Seçim yaklaşıyor. Bazı insanlar ve olgular tarihlere mahkumdur. Hatırlanmışlıkları hep aynı dönemlere denk gelir. Tunceli Bedensel Engelliler Derneği Başkan Yardımcısı Orhan Çiçek, 3 Aralıkta hatırlanmayı reddederken, aslında tam da kabuk bağlayana kanatılmışlık istemediğini vurguluyordur belki, kimbilir.

Yol Öyküleri…?

Her yolculuktan yol ve insan öyküleri biriktirerek dönüyoruz. Bazen kasvet vardır anlatılanlarda, kimi zamansa tebessüm ettirir tanıklıklarımız.
Hozat yolundayız. Tüm Tunceli’nin ilçe yollarında ne kadar viraj varsa yolu yapan kurumlar tarafından bu yolda da bundan imtina edilmemiş. Çok şey borçlu bu ülke hırsızlarına (!) Yollarda dahi vatandaşına eziyet edebilme başarısı ise ayrı bir takdirlik.

Uyanmak İstiyorum Bu Kabustan…?

   Çok yorgun baharlar yaşadım. Uzun, hiç geçmeyecek kış gecelerinde bir şeylerin yanlışlığıyla kaç geceyi güne bağladım. Gençtim güya. Öyle deniliyordu bizim akran grubu için. Hep umutları çaresizliklerle erteliyor, gelecek güne yinede yeniden heyecanla başlıyordum. Sonunda bedeller ödemiş, uzun yıllar yaşamış kadar kendime ağır gelir oldum.

Son Çingene’de Göçerken Kobane’ye Ağlamak…?

      Gece ıssız ve ayaz. Soğuk iliklerine kadar işliyor insanın. Çok üşüyen ben, balkonda elimde bir bardak çayla öylece dağlara bakıyorum. Tunceli Belediyesinin önünde duran tıra Kobane’de direnenlere ulaştırılmak üzere malzeme bindiriliyor. Doğduğu, doyduğu, köklerinin olduğu toprakları terk etmeyip uğrunda çarpışmak çok asilce. Ölüm ve öldürülmüşlüğü bir tek bu gerekçeyle haklı görebilirim.
Sevdiklerinizi toprağa verirken, acınız belki bir tek bu gerekçeyle çok kanamaz.

Okuma Kabızı Bir Toplum

      Bilgi fukarası bir toplum, 3 yıldır izlediği dizideki kahramanların ölümüne şaşırıyor. Sözümona aldığımız tarih eğitimi, tüm diğer eğitimlerimiz gibi nasıl bir çöküntünün sonucu olduğunu gösterir nitelikte.
“Hocam Muhteşem Yüzyıl’ı seyrettiniz mi? Şehzade Mustafa’yı babası boğdurttu. Aslında çok kötü. Madem öldürtecekti niye dışarıda kılıçla veya okla öldürtmedi de gözünün önünde boğdurttu?”
Soruya yanıtı vermek kolayda, soranın Kamu Yönetimi Bölümü mezunu biri olması, 3 yılda sayısız Muhteşem Yüzyıl sahnesi dinlemek zorunda kalınmış olunduğu halde, bu kadar üst perdede eğitim görmüş birinden gelince Muhteşembir cehalet kokuyor.

Hükümet Konak’tan Dışarı Bakmazsa...

Ne zaman bir makam ziyareti gerçekleştirsem, öncesinde kapıda karşılayanın tavrına odaklanırım çoğunlukla, bir de içeri girdiğimdeki makamın camlarındaki perdelerin durumuna…ikisi de sanki az sonra iletişim kuracağımız kişinin nasıl bir duygu dünyasıyla, beceri, beceriksizlik, boşluk ve hoşluğunun, dışarıya kendini kapatmışlıkla dışa dönüklüğünün göstergesi.

Yanılma payım mutlak vardır hatırlanmasa da, ancak çoğunlukla o ilk kısa kare, sonrasında içerdekinin yansıması olarak hep kendini teyit etti.

21 Kasım 2015 Cumartesi

Galiba İlk Kez Koordine Oluyoruz…

Tunceli Valisi Sayın Hakan Yusuf Güner başkanlığında 2013 yılı


Ne zaman bir makam ziyareti gerçekleştirsem, öncesinde kapıda karşılayanın tavrına odaklanırım çoğunlukla, bir de içeri girdiğimdeki makamın camlarındaki perdelerin durumuna…ikisi de sanki az sonra iletişim kuracağımız kişinin nasıl bir duygu dünyasıyla, beceri, beceriksizlik, boşluk ve hoşluğunun, dışarıya kendini kapatmışlıkla dışa dönüklüğünün göstergesi.

Galiba İlk Kez Koordine Oluyoruz…

Tunceli Valisi Sayın Hakan Yusuf Güner başkanlığında 2013 yılı 3. Dönem koordinasyon Toplantısı yapıldı. Çok duyardım bu koordinasyon toplantılarını.

Koordinasyon…

Sözcüğün kendisi bile güzel. Bendeki çağrışımı, takım çalışması şeklinde yankı buluyor çünkü. Doğrusu daha önceleri hiç katılmamıştım. Nitekim ben bu kentte koordineli iş yapılması beklentisinden çoktan vazgeçmiştim. Koordinasyon toplantılarını bu nedenle yıllardır yaptığım öğretmenlikte kompleksleriyle ve yetersizlikleriyle bir abide gibi duran ancak hak etmediği koltuğu bir türlü bırakmayan çok sayıdaki okul müdürünün heba ettiği zamanımızın öğretmenler toplantısı kadar anlamlı (!) bulurdum.

Bir su hikayesi bir asker korkusunu bastırır mı?

Çocukluğumuz bu bölgede şekillendi. Çocuk ve genç olma hakkımızı gaspeden bir geçmişimiz var. Bunlara özlemin prangasıyla adeta yol alıyoruz.

Ekonomi konferansında alakasız zannedilen bir anda, salondakilerden ortayaşı geçkince birinin “Bize kimse sevmeyi öğretmedi. Bir kadına onu sevdiğimizi bile söylemeyi bilmiyoruz. Kadınlarla nasıl konuşulur bilmiyoruz” cümleleri, toplumsal eksiltilmişliğimizin ansızın cereyanıydı.

Hakkınızı helal ediyor musunuz?

“Bizim için kıymetlisiniz
Giderken çok şey götürüyorsunuz”
***

Acemi ve ürkek bir yazarın belli belirsiz cümleleri sanki. Nefret hoyratı, sevgi ketumu bir ülkede, yürek dolusu çaresizliği, hüznü, burukluğu ve geçmişte duyumsanan coşkuyu perdeleyen. O nedenle kaçak  göçek dökülüveriyor, muhtemel yanlış anlaşılmaların korkusuyla. 

Bir Kadın Tanıdım…Ve

Yaşamınızda çok duymuşsunuzdur “Bir kitap okudum ve hayatım değişti” cümlesini. Ben hayatımı bir kitabın önsözündeki cümleyle, sosyal medyadaki kısa paylaşımla, bir dost sohbetinde süzgeçten geçiren, tahlil eden, duyduğum cümleyle bir çok şeyi değiştirebilen oldum bazen.
Bu yazıda itiraf etmeliyim ki, şu hayatta en çok düşmanım benim hiçbir katkım olmadan dahi çoğunlukla kadınlar oldu. 1.76’lık boyum, 58-61 kg bandında iniş çıkışlar gösteren kilomun başıma bela olduğuna tanıklıklarımla geçti geride kalan yaşanmışlıklarım. Kadınlar sanırım dünyanın en karmaşık ruh haline sahip canlıları. Genetiksel kısa boylarının, boğazına ket vurmadıkları için bel kalınlığı dünyanın çevresine yaklaşan halinin vebalini karşısındakine yüklerler çoğunlukla. Siz sanki kendinizdeki kilo fazlalığını ona vermişsiniz yada boyundan ödünç alıp kullanıyor geri iade etmiyorsunuz tarzındadır bir çoğunun ruh hali. Oysa her iyi şeyin bir EMEK ile oluştuğu muhakkak.

Söyleyecek Sözüm Var…

Bu gazete 10. Yaşını kutlayacak bugün. Yaşadıklarınız EMEK’le harmanlanmışsa yorucu, yazılanlar birilerine dokunduğu için nasırına basılanlar kendindeki eksikliği düzeltmek yerine çirkinleşmişse, küçük kentte sorunlar boyunu aşmışken susup durmamış, suya sabuna dokunma! telkinine yenik düşmemişseniz, mutlak on yıl uzun bir süredir. Kaldı ki, yaşam insana bahşedilmiş en değerli şeyken vede zamanı en azından ben çok fazla önemserken, on yıl daha bir kıymetli.
Madem bu gazete meşakkatli süreçlerden geçti ve madem her başarısında başarısızlığının iç acısını bu gazeteyi hedef haline getirerek bastırmak istedi üç-beş zavallı, daha da önemlisi her yazılanın ardında ben arandım, uğrunda sürgünler yedim, 10. Gurur yılında söyleyecek sözüm olmalı diyorum. Beceremeyeceğim göreceksiniz. Yine de tüm acemiliklerimle deneyeceğim, bu gazeteyi bugünlere taşıyan yüreği güzel çoğunluğun hoşgörüsüne sığınarak.

Umut’un Bir Avuç Mercan’ı…?

Sahnede yaşları 8 ile 13 arasında değişen


Sahnede yaşları 8 ile 13 arasında değişen 19 çocuk. Sazlarıyla çoğunluk kendi aileleri ve yakınlarından oluşan topluluğa konser veriyorlar. Niyet konser değil, Kültür Haftası nedeniyle etkinlik kapsamında sahnedeler. Ara ara kemanında eşlik ettiği bu sazlı muhabbetin yaratıcısı Umut Mercan.

4 Kasım 2015 Çarşamba

Helikopter Munzur’da Devleti Aradı…?


Kendimi ıssız bir ormanda yağmur duasına çıkmış kadar biçare hissediyorum. Günlerdir boğazıma düğümlenmiş, sanki geçmiş zaman yediklerim. Pazar günü otuzlarında sokakta bir karşılaşmışlıkla, gözaşinalığı dahi yaşamadığım bir genç, kendisini Munzur’un azgın sularına bırakmış. Anlatımlar, aşırı alkollü olduğu ve bedenini kontrol edemeyince suya düştüğü yahut arkadaşlarıyla şakalaştığı yönünde.
Biçarelik dizboyu. Munzur, her bahar olduğu gibi yine kendisine bir kurban aldı?