Birkaç zeytine uzanan elin olduğu sininin orta yerine düşüyor bir annenin başı. Çocuklarının gözü önünde. Türkiye’nin kadın cinayet haritası çıkarılıyor. Diyarbakır Sur’da duvarı patlatarak Melek Apaydın’ı hayattan koparan mermi ile Ankara Tren Garı yakınlarında patlatılan bombalarla bedenleri her bir yana dağılan kadınları bu haritanın bir yerine iliştirsek keşke. Zira, çetelesi tutulmayan cinayetlerin kurbanı nice kadın olmuştur bu ülkede…
Kadın yüceltmişliği arasında, kadının hergün bunca hunhar katli, insanda “yoğunlaşmayın ne olur, bırakın bizi kendi halimize” dedirtir türden. Simgeleşen kadın cinayetleri, kadınların omzunda kadın tabutları, yakılan ve bir izbe alana atılmış kadın bedenleri, kesik kadın başlarının çöp konteynırlarından çıkan halleri…
Bunlar sokaklarda slogan atmakla çözülür mü sorusunun ardına “Eğitin ve kadını sevdirin” telkini mi iliştirmeli nedir…?
Ülke kan deryasına dönmüş. Ve tüm bunların arasında kadın cinayetlerinin çetelesi, medyada yer alan haberlerden derlenerek tutuluyor.
Domatesin satış fiyatından TEFE- TÜFE’mizi hesaplayan, istatistik derleyen devlet, kadınların katledilip katledilip bir yana savrulması sonrasında çetele tutmaya ihtiyaç duymuyor. Belki de, derlenen bu yönlü veri, uygulanmayan kanunlarının, devlet koruması hikayesiyle güvence verdiği kadının kendisine güvenirken yinede bu kadar kolay katledilmesi sonrasında bir parça başını ağrıtacağından, ülke domates ve limona verdiği değer kadar kadınına kıymet atfetmiyor.
Çok sonraları kurulan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na Kadın Bakan jestinin kadını koruyamadığı da açık. Cinsel istismara uğrayan çocuğun boy boy afişe edilmesinden sonra devreye giren bir Bakanlık…Kadın sığınma evinde ve ya devlet koruması altındayken katledilen kadının cesedini gazetede görüp açıklama yapan, sosyal politika üretmeyen, ürettiği de işe yaramayan, Aile Bakanlığı…
Ülke kan deryasına dönmüşken, bu araya nice kadın öldürülmüşlüğü iliştirilip geçiştiriliyordur kimbilir.
Savaş çirkinliktir. Sadece ölüm kusmaz üstelik. En çok da taciz ve tecavüzü kendisine hak gören bir günahla yol alır. Bu nedenle her savaş sonrası, asla failinin kim olduğu bilinmeyecek tecavüzün sonucu çocuklar doğurulur. Bazen kadın kendisini yok etme pahasına, zorla ırzına geçilmişlikten ötürü bir çocuğa can vermek istemediğinden ölümü göze alarak karnındakini yumruklar.
Ülkenin Güneydoğusu’ndaki savaş alçak sesle ama bağıra bağıra tezatlığıyla ülkeye yayılır tarzda ilerlerken, sadece kadın cinayetlerinin değil, artık çokça öldürülmüşlüğün kaydı tutulmuyor. Ankara’da 10 Ekim 2015’te BARIŞ talebiyle yollara düşenlerin etrafa dağılan bedenleri için açıklanan sayısal veriler, Soma’daki ölümler, Ankara’da dün yaşanan patlamalarda “hadi ölümü 28’de sabitleyelim” diyen sırıtkan vurdumduymazlık, işte böyle böyle hayattan koparır ve yaşama sevgisini kaybettirir insana.
Sahip oldukları, doğal güzellikler, şubatta yakan güneş bu nedenle yine de ısıtmaz, yüreği üşütür…
Bir savaşın orta yerine bağdaş kurmuş, patlayan bombalarla parçalanan bedenleri öyle çaresiz izlerken, bugün 18 Şubat ve EMEK’imizi bir yaş daha büyütmüşken, uğrunda yorgunluklar biriktirmiş, ertelenmişlikler, isnatlar, sürgünleri göze almışken, buna dair bir şeyler yazmak istemiyor olmam, ölümün arasında her şeyin anlamını kaybettiği duygunun dışa vurumu. Yoksa ben EMEK’imizi avuçlayıp her sabah okurun avuçlarına bıraktığımız 18 Şubat 2004 tarihinden bugüne, 14 şubatı 18’ine taşımış ve sevdamı bugüne yüklemiştim.
Demek ki, tüm iyi şeyler kayıp gidiyor ellerimizden. Otuz küsur yıldır süren savaş ve bugünlerde hızla daha büyük felaketlere doğru yol almaktan kaynaklı…
Hüsniye KARAKOYUN
Tunceli Emek Gazetesi
tunceliemekgazetesi@tunceliemek.com.tr
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder